8 Aralık 2013 Pazar

En sevdiğiniz şarkı..

Çok meraklıydık ortaokul, lise çağlarında en sevdiğiniz sanatçı, en sevdiğiniz renk, en sevdiğiniz arkadaşınız, en sevdiğiniz şarkı tarzı sorulara malum ergenliği anket defterleri ile geçmiş biri olarak:)
Şimdi çok mu büyüdüm, bilmiyorum büyümesem de zamanla değişti hayat herşey farklılaştı..

Hayalller, ümitler, bakış açıları...

Ne zaman birisi bana "en sevdiğiniz...." ile başlayan bir cümle kursa hep aklıma o anket defterleri gelir. Kendinizi beğendirmek için farklı kişi olma çabaları, aşık olduğun çocuğun okuma ihtimaline karşı yapılan göndermeler, gıcık olduklarını ifşa etmeler, ilan-ı aşklar, biribirine küsenler...

Ama hala gülümsetir beni, derste anket doldururken öğretmene yakalanma halleri:)

Yani neticesinde yaş yolun yarısına az kalmışken "en sevdiğin..." Sorusu bir tek kızımla bitiyor, sevdiklerim ise sürekli değişmiyor tabii ki ama hiç bir şey artık biricik değil, en değil belki de...

Biz bu konuyu bu aralar en çok dinlediklerimle kapatalım, bir de link vereyim malum hepsinin sözlerini yazmaktansa dinlemek, belki de daha hisssetmeye yakın olur.

"Yaz kokusu duyardım kışın ortasında bile.."

Emre Altuğ- Yani

"Terliklerimle gelsem sana sonunda aşkı bulmuş gibi"

Ezgi'nin Günlüğü-Eksik bir şey mi var?

#blogfirtinasi 8

Not: Ne kadar zormuş her gün yazmak, evet artık zaman geçince ödev gibi verilse de yapamıyormuşum, zaman geçince -zamanın kalmıyormuş-..

4 Aralık 2013 Çarşamba

Ellerim acır mı?

"Dokunsam mı?"
"Ellerim acır mı?
"Yoksa yakar mı beni?
"Kırmızı.."
"Dokunsam mı?"
"Ellerim acır mı?
"Yoksa yakar mı beni?...

......

"Yok dokunamam.."
"Ama sıraya dizmeliyim tümünü, bak hepsi aynı sırada olmalı. sarı-mavi-yeşil ve sonra kırmızı"
"Dokunsam mı?"
"Ellerim acır mı?
"Yoksa yakar mı beni?
....

"Sıraya dizemezsem onları.. Evet sıraya dizemezsem ya dizemezsem"
"Kırmızıyı almalıyım, sarı-mavi-yeşil-kırmızı.."


"Her şeyi sıraya diziyor"
"Bak şimdi de elini kırmızı olan götürüp çekiyor"
"Ne yapıyor bu çocuk?
"Ne kadar anlamsız..Soruyorsun cevap vermiyor"
"Oğlum, oğlummm bak hiç duyuyor mu beni!!"
"Varsa yoksa sıralasın her şeyi..."
"Al bak al, kırmızıyı da koy, alsana oğlum"

........






"Durduramıyorum ki kendimi, ne zaman bağırıp kendimi yere atsam ve vurmaya başlasam sanki işte o zaman beni anlıyorlar..."


#blogfirtinasi 4.gün.

3 Aralık 2013 Salı

Kitap kulübü

"Ama kitaplarınız yalnızca birkaç kişiye hitap edebilecek kitaplar değil." dedi Breuer.

Hep vardı hayatımda kitaplar, kendimi bildim bileli.. Elime geçen ilk kitaptan bir sayfa açıp bir cümle seçtiğimde bunun da kitaplarla ilgili olması tesadüf mü bilemem..
Kitaplar hep vardı, ama bir okuma kulübü hiç olmamıştı. Ne zaman ki blog yazarlarını takip etmeye başladım ne zaman ki Günün Çorbası Yeliz'in blogunda kitap kulübü yazısı gördüm işte o zamandır Yeliz'in peşini bırakmadım ve ne yaptım ettim bu kulübe girdim- aslında çok çaba sarf etmedim, saolsun Yeliz hemen kabul etti beni:))-
Ve o gün bugündür-Nisan 2013- bir kitap kulübünün -biz ona kısaca hayalkurdumokuyorum diyoruz- toplantılarına düzenli olarak katılır oldum. İlk başlarda git-gel yaşasam da şimdi bir toplantıyı kaçıracağım, bir aksilik çıkacak diye endişeleniyorum.
Hiç birini yüz yüze tanımadığım, sadece Yeliz'i blogundan takip ettiğim bir grubun içerisindeydim. Tabii ki ilk toplantı benim için gergin olmuştu; ne işim var benim burda?, bu insanlar kim? gibi sorularla toplantıyı bitirip eve giderken yine de bir sonraki toplantıya gideceğim belliydi..

Düğümlere Üfleyen Kadınlar, Zorba, Var oluş Yok oluş, Kardeşimin Hikayesi, Deli Kadın Hikayeleri, Anne-Baba ve diğer Ölümcül Şeyler, Peri Gazozu, Gurur ve Önyargı ve

son olarak Nietzsche Ağladığında..

İşte yukarıdaki cümlede bu kitaptan bir alıntıydı, blog fırtınası kapsamında

Bloguma hep kitaplarla ilgili yazı yazmak istemiştim, genel bir giriş ile başlayalım belli  mi olur belki bu ödevler sayesinde kitapları da yazarım yavaş yavaş..

#blogfirtinasi 2.gün.

Blog fırtınası

Bu sabah mail kutumdaki babaolmak' tan gelen blog fırtınası mailinin ardından tamam dedim, yazacağım yazacağım diyorum ama oturup başına bilgisayarın şu kafamdakileri yazamıyorum. Bu benim için iyi bir fırsat olur görev adamı olunca ve her güne bir ödev verilince oldu bu iş dedim, bakalım hala aynı mıyım, ödevlerimi günü gününe yapabilecek miyim?


Blog Fırtınası nedir  peki? tamamenatiyorum.com'un başlattığı bir meydan okuma, buyrun kendisi aşağıda anlatıyor:)

31 gün. 31 ödev. Aralık ayı boyunca her gün bir yazı.
Aralık ayı boyunca her güne bir tane yazı yazarak, blog yazımını tekrar canlandırmak için yapılan bu eyleme bakalım ben ne kadar katılabilceğim..
Ödevler de şu şekilde:
Gün 1. Yazınıza “Bir varmış, bir yokmuş” ile başlayın.
Gün 2. Herhangi bir kitabın, herhangi bir sayfasını açın ve bir satır seçin. O satırla yazıya başlayın, gerisi sizden…
Gün 3. Dünyada istediğiniz bir yere gidebilecek olsanız nereyi seçerdiniz, düşünün. Oradaki deneyiminizi yazın.
Gün 4. Kafanızdan bir karakter atın ve onun hikayesini yazın.
Gün 5. Bir rüyanızı veya kabusunuzu hikaye şeklinde yazın.
Gün 6. “Mutfakta penceremin önünde duruyorum…” Başlangıç cümlesi bu, gerisi serbest.
Gün 7. En sevdiğiniz mevsimi yazınızda okuyuculara da yaşatın.
Gün 8. En sevdiğiniz şarkıyı alın, ismi ve sözleri yazınıza ilham olsun.
Gün 9. Bir kafedesiniz, başınızı kaldırdınız ki kimi göresiniz! “Kimi” kısmı size kalmış, buyrun yazıda anlatın.
Gün 10. Eskiden yazdığınız bir şeyi bulun. Girişini tekrar yazıp ona yepyeni bir ton verin.
Gün 11. İlk işiniz hakkında yazın.
Gün 12. Sevdiğiniz birini bir karaktere çevirin ve onun hakkında yazın.
Gün 13. Hep hayalini kurduğunuz evde yaşıyor olsanız nasıl bir şey olurdu onu yazın.
Gün 14. “Fırtınalı ve karanlık bir geceydi…” Yazıya bununla başlıyoruz, sonra neler oluyor bakıyoruz.
Gün 15. İyi ya da kötü, herhangi bir çocukluk anınıza yeniden hayat verin, bugünkü içgörülerinizle tekrar bakın.
Gün 16. Son yediğiniz yemeği tüm detaylarıyla anlatın, ağzımız sulansın.
Gün 17. Bugüne kadar yaptığınız en güzel tatili yarattığınız bir karakter yaşamış gibi anlatın.
Gün 18. En sevdiğiniz kitabın adı yazınıza ilham versin.
Gün 19. Çocukkenki halinizi hikayenizdeki bir karakter olarak anlatın.
Gün 20. Burcunuzun özellikleriyle bir karakter veya bir dünya yaratın.
Gün 21. Dışarı çıkın ve dışarıda gördükleriniz hakkında yazın.
Gün 22. Geçmiş hayatınızda biriymişsiniz. Kimmişsiniz? Ne yaparmışsınız?
Gün 23. En sevdiğiniz kurgu karakterin günlüğüne yazdığı bir yazıyı yazın.
Gün 24. Bir gemi veya araba yolculuğundasınız, sizden yaşamak isteyeceğiniz yol hikayesini bekliyoruz.
Gün 25. Su temasına dair aklınıza geleni yazın.
Gün 26. Geleceği hayal ettiğinizde ne görüyorsunuz? Bilim-kurgudan bahsediyoruz, evet!
Gün 27. En sevdiğiniz peri masalına yeni bir son yazın.
Gün 28. Şu an olduğunuz kişiyi bir hikayedeki bir karaktere çevirin.
Gün 29. Ne yazarsanız yazın, sonu bitmemiş olsun, “devamı gelecek” hissi uyandırsın.
Gün 30. İlham perinize bir mektup yazın.
Gün 31. Konumuz yeni yıl. Yeni yıldan beklentileriniz, yeni yıl kararlarınız ya da aklınıza ne gelirse…

1 Ekim 2013 Salı

Hayat Ağacı

En son 28 Mayıs tarihinde yazmışım, dört ay önce bugünlerde başlamıştı direniş; tam da bahçeli eve felsefi yaklaşım ve kız-erkek arasındaki ayrımcılığın oyunlarda bile olduğundan bahsetmişken.. Evet her şey bir ağaç yüzünden başlamıştı ve mesele bir ağaç değildi elbette..
Zor zamanlardı, etkisi azalmış olsa da insanlarda bir parça farklı bir bakış açısı kazandırdığı için halen devam ediyor aslında.. Ve aslında yazılacak o kadar çok şey var ki, şaşırtan-üzen-gülümseten-umut dolu ve tüketen..
Yazamadım hiç bu konuda ne de bir başka konuda. Bu konuda yazmadan başka bir konudan bahsetmek ise içime sinmedi- çocuklar ölmüştü çünkü.. Ne denilebilirdi ki çocuklar ölüyor halen, birer birer yitiriyoruz sevdiklerimizi.. Hani o hiç tanımasak, gitmesek, görmesek de orada sevdiğimiz çocuklar öldürüldü- Bir yerden başlamalıydı yazmaya ama kaldığım yerden olamazdı artık, kaldığım yerde, kaldığımız yer de değildik hiçbirimiz, biz...


Bu yazıyı yazmaya başladığımda tam da bu çalmaya başladı.. Tesadüf, tesadüf müdür? Bu bir tesadüf değildi tabii ki benim müzik listemde olan bir parçaydı ve benim listemde buna benzer bir çok parça vardı, bu olmasa bir başkası çıkacak ve ben tesadüf mü diyecektim yine.. Biz hazırlıyoruz tesadüfleri... Bir ağaç tesadüf müydü tüm bunların olmasında, bu olanlar tesadüf müydü?

Bu süreçten herkes farklı çıktı, herkes biraz büyüdü belki de ve herkes biraz daha açık olmaya başladı karşısındakine.

Benim için neydi peki gezi, direniş, polisler,  medya..


Taksim Gezi Parkı' na hiç gitmedim. Taksim' e gitmişliğim olsa da uzaktan görmüş olsam da hiç gitmedim öncesinde Gezi'ye.. Ama insanlar Gezi için ilk eylem yaptıklarında haberim olmuştu olanlardan daha çadırlar şafak operasyonuyla yerinden sökülmemişti.. Hatta sanırım bahçeli eve felsefi yaklaşım yazısı biraz da oradan aklıma çağrışanlardı. Yani Gezi benim parkım değildi ve evet benim parkımdı içinde ağaçlar olan, içinde yeşili olan..

Şafak operasyonuyla başladı her şey.. Bir sabah ansızın.. Ve birden bire başladı her şey, biriken ne varsa birden dökülmeye başladı ve birer birer öldürdüler çocuklarımızı.. Direniş benim için yeniden umut, heyecan ve ateş olmuştu ve ateş düştüğü yeri yakardı.. Gündüzler bitip geceler başlayınca ayrılmaz oldum TV ve bilgisayarın başından.. Sürekli bir bilgi akışı halindeydim. Şimdi bakınca yanlıştı, hiç plan yapmadan başlamıştı çünkü her şey ve her yer  bilgi kirliliği olmuştu bir anda.. 

Bir başkomiser emeklisiydi dedem- annemin babası polisti- ve dayımı askerler, polisler sayısız işkenceden geçirmişlerdi.. Hiç sevemedim, dedeme rağmen sevemedim polisleri.. Polis benim için küçüklüğümden beri şiddetti, dedem evde silahını temizlerdi.. Polis savaştı, oysa ben barış düşleriyle adı konulmuş bir kız çocuğuydum..

Annem gazeteciydi, gözümü açtığımda hani şu medya denilen şeyin içindeydim, eve gelen gazetelerle büyümüştüm, kardeşim gazetelerden kendi kendine okumayı öğrenmişti.. Ve büyüdüm gazete medya oldu, meydan medya patronları doldu.. Büyüdükçe anladım insan istediğini yazabilir, yazıyla istediğini kandırabilirdi.. Direniş sürecinde "Biz yıllarca güneydoğumuzdaki olayları bu medyadan mı öğrendik?" lafı umuttu benim için farkındalığa dair ufak bir umut..

Bu kadar kısa değil yazacaklarım ama şimdilik bu kadar, umarım yazdıkça yazabilirim..


*Hey You, Pink Floyd
*Kızıma Mektup, Bülent Ortaçgil

28 Mayıs 2013 Salı

Oyun incelemesi- Panda Monium

Nerden baksan 10. yıla giriyorum bu sene, 10 yıl önce mezun oldum okuldan.. O zaman bu zaman farklı gelişim gösteren çocuklarla çalışıyorum. Oyunlar, hikaye kitapları, yardımcı kitaplar, oyuncaklar arasında geçen yıllar ve geçecek yıllar:)
Geçen yazılardan birinde bir çocuk kitabındaki yanlışlıklar dikkatimi çekmişti, sonra da Panda Monium oyununu oynarken gizli kapaklı yapılan cinsiyet ayrımcılığına takıldım.Grup halinde oynanan bu oyundan her kart için yapılacak belirli bir hareket var: karttaki Panda ellerini davul çalıyorsa ellerini yere vurmak ya da viyolonsel çalıyorsa omuzlarına dokunmak gibi..



Çocuklar her kartta ne yapıldığını tanıtıyorum sonra biraz ısınma turları ve ardından oyun başlıyor acayip eğleniyorlar.. Hem kısa süreli bellek hem görsel hafıza hem motor taklit ve daha daha birçok beceri çalışılıyor. Kartta ne yapılacağını unutan çocuk ise arkadaşlarına bakarak taklit etmeyi ve dikkatini odaklamayı öğrenebiliyor. Buraya kadar çok güzel olan bu oyunda çocuklara gizli bir mesaj varmış gibi geldi bana. Kartlarda bir tane kadın panda var diğerleri erkek ve şarkı söyleyen kadın panda kartının hareketi -kulakları kapama- iken şarkı söyleyen erkek panda kartının hareketi -ayağa kalkma-
                              

Bilmem anlatabildim mi?! Belki ufak bir detay belki daha neler var diyeceksiniz ama önemli bir detay..

21 Mayıs 2013 Salı

Bahçeli eve felsefi yaklaşım:))

Kendi çapımda doğa farkındalığı yaratmaya çalışıyorum, Ada'nın domatesin ağaçtan düşmediğini, biberin pakette yetişmediğini, böceklerin reklamlarda olmadığını bilmesini isterim.
"Çocuğunuz okulumuzun tarlasında ata binerken elindeki kılıçla piyanonun tuşlarına basarak ordan çıkan tınıyla çinceyi öğrenecek" diyordu Burak Ülman yeni nesil özel okulları anlatırken TEDxRESET konuşmasında.. Bunu da istemiyorum tabii ki, doğal akışında öğrensin her şeyi . Yapay bir zeminde bir simülasyon programında değil...
Benim çocukluğum öyle köyde falan geçmedi, annanemin evinde gayet hijyenik ortamda büyüdüm. Ama yine de bahçede tavuk, horoz, bıldırcın vardı; ayva ağacı vardı hiç erik ağacına tırmanmasam da - Adapazarı ayvası derler ya hani pazarlarda işte her yer ayva ağacıydı- ayva ağacına çıkmışlığım vardı ve tabii bir de balkonda binbir çeşit çiçek..
Ve tabii doyasıya sokak vardı: saklambaç, yerden yüksek, evcilik, bisiklet sürmek ve akşam ezanına kadar oynamak..
Tüm bunları düşününce ve üzerine ekleyince şimdi ki korku toplumunu Ada bu kadarını bile yaşasa yeter diyorum.
Meşhur çocuk kitapları, yeni akımlar hep bu yönde "Daha Sade Bir Hayat", "Waldorf"akımı , "Montessori" ve daha niceleri diyor ki eski çok eskiye dön belki benim çocukluğumdan bile eskiye..
İçinde yaşadığımız bu çağda mümkün mü bilmiyorum, ve olması gerekir mi ondan da emin değilim.. Bu bilgilerden yola çıkarak yeni bir şeyler yapmak gerekir... Evet -DOĞA- olmalı işin içinde ve aynı zamanda -TEKNOLOJİ- de..
Hızlı hayatlarımızın içinde nefes alacak zamanlar olmalı ve  hayatımızın kendi akışı -rutini- olmalı.
Yoğun iş temposu içinde akşam evde Ada ile geçirdiğim 1-2 saat huzurlu zamanlar olmalı, herşey 1-2 saatliğine ertelenmeli belki de..Önce "Montessori" ile ilgilenmeye başladım, temel felsefesi bana uygundu.. Yıllardır özel eğitim işinin içinde olan biri olarak çok tanıdıktı. Sonra üzerine okuduğum kitaplarda üç aşağı beş yukarı aynı akımdan geliyordu "Yapabilmem için bana yardım et", "Çocuk günlük hayatın içinde olmalı", "Hayat daha sade yaşanmalı" bla bla bla...bunlar yazabilirsem başka bir konunun başlıkları..(Ama buyrun burada yazılmışı var Yeliz'den kopya:))
İlk bahçe çalışmalarımızdan..
Konu neydi onu unutsam da:) uzun lafın kısası bu hayatı planlarken ilk yaptığımız hamle bahçesi olan bir eve taşınmak oldu, küçük balkonvari bir bahçe ile Ada kuşumuza en azından nefes alacağı bir yer yarattık, umarım o da bundan memnun olur ileride.  Zira böcek fobisi olan biri olarak ben bu bahçeli ev olayında pek bir gergin olsam da umarım Ada için keyifle hatırlayacağı zamanlar olur..

10 Nisan 2013 Çarşamba

Tea&Pot

Blog açsam mı yapsam mı bakalım olacak mı nelerden bahsetsem derken yavaş yavaş yazmaya başladım. Kendi halinde ilerleyen yazılarım pek sık olmuyor hep diyorum bunu da yazayım bunu da ama işte TEMBELLİK:)

Ama ne zamandır fotoğrafını çektiğim, gidip durduğum bir mekan var Alsancak'ta Tea&Pot. Önce uzun bir önünden geçip "Ne güzel yer, rüya gibi", "Keşke benim olsa, dedim ya rüya gibi" diye dolanır durduğum "Ooo çok pahalıdır şimdi orası" deyip girmediğim bir yerdi...
Sonra bir gün diyet yapmaya başlayıp Starbucks'a alternatif bir yer ararken girmeye karar verdim, antioksidan , ödem sökücü derken bir dolu çay alıp çıktım ve bardakta çayımı içerek ofise gittim.
Sonra bir diğer gün eve çay almak için gittim, bir diğer gün yine bardakta çay almaya derken son olarak bugün oturup çay içmeye karar verdim. Mai Ada'nın aşısını yaptırdıktan sonra kardeşimle beraber gittik; nefis çaylarının yanında macaronlardan da sipariş verdik ve evet onlarda bahsedildiği gibi çok lezzetliydi. Yani on numara, beş yıldız bir yer. Lezzeti dışında hem çalışanları hem de dekoruyla kalbimi fethetti. Gün içinde tüm o koşuşturmalar arasında bir parça huzur ya da bir parça sohbet bu lezzetlere eşlik edebilir, ben daha çok gideceğim.. Bence siz de kaçırmayın:)



2 Nisan 2013 Salı

Otizmi Fark Et Yaşamı Paylaş

Psikoloji 2. Sınıf öğrencisiydim, derste daha önce hiç adını duymadığım bir durumdan bahsediyordu hocamız "otizm" .. Çok merak etmiştim; nedir, nasıl olur? Kafamda bir sürü soruyla hocamıza gidip sormuştum bana bir kitap önermişti ama kuru bilgiyle dolu, okuyup geçmiştim.. Sonraki yıllarda staj yapmamız istendiğinde ve yavaş yavaş bu konu dikkatimi çektiğinde İzmir' de otizm konusunda o zamanlar bilinen en iyi yer olan bir özel eğitim merkezine başvurmuş ve o kitap cümlelerinin dışında bir yaşamla karşılaşmıştım.. 1 yıl süren staj sonunda orada işe başladığımda ilk çocuğum 3 yaşındaydı, uzun süre onun dikkatini çekebilmek için türlü numaralar yapmış en sonunda ise çaresizce oturup şarkı söylediğimde yanıma geldiğini farketmiştim.. Ve zamanla o dünyanın içine girip iletişim kurmayı öğrenmiştim. Şimdi 3 yaşındaki miniğim 12 yaşında kocaman bir kız oldu. İlköğretime devam eden şanslı bir kız..
Otizmi fark et yaşamı paylaş derken otizmli bireylere acımadan, onları ötekileştirmeden anlayarak yanlarında olmanın yanı sıra onlar için birşeyler yapmaktan bahsediyoruz.. Çocuğunuzun bir otizmli çocukla arkadaş olmasından bahsediyoruz..

Ve tüm bunları Nazım Özgün'ün annesi, gönüllü otizm aktivisti İrem hanım çok güzel açıklamış.. 100 aşkın blog da yer verilen bu yazı bizleri bir başka pencereden bakmaya götürüyor.


27 Mart 2013 Çarşamba

2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü


Birleşmiş Milletler 2008 yılından itibaren tüm dünyada otizm konusunda farkındalık yaratmak ve otizmli bireylerin yaşam kalitelerini yükseltmek amacıyla 2 Nisan tarihini “Dünya Otizm Farkındalık Günü” olarak ilan etmiştir.
Tüm Dünya'da otizme dikkat çekmek amacıyla 2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Gününde dünyanın dört köşesinde farklı şehirlerde bulunan yüksek binalar mavi ışıklarla aydınlatılıyor.
Siz de bu projeye destek vermek isterseniz bireysel ya da kurumsal olarak bina, mağaza, okul, kültür kurumu, restoran vb. binalarınızı mavi ışıklarla aydınlatıp fotoğraflarını facebook , twitter vb tüm sosyal medya araçlarında #lightitupblue etiketiyle paylaşabilirsiniz. Ya da 2 Nisan'da mavi giyinerek bu konuya dikkat çekebilirsiniz. Konuyla ilgili detaylı bilgi almak ya da bu sosyal medyada kullanılabilecek olan banner ve afişlere light it up blue sayfasından ulaşabilirsiniz. 


24 Mart 2013 Pazar

Kız çocuk - erkek çocuk

Geçen gün evi süpürürken Ada hemen yanımda bitiverdi, ıslak mendillerini gösterip içinden bir tane istedi. Yine her zaman ki -düşünmeden hareket et- tarafımla "Hayır" dedim ( Çünkü ıslak mendillerle zararlı ve içimde öyle bir anne var ki herşey zararlı bazen onun için) ve uzaklaştırmaya çalıştım, dikkatini dağıtmak hiç işe yaramadı. Israrla ıslak mendil istiyordu ve -bak, gör, izle ve anla tarafımla( ki her zaman onu bulamıyorum)- ıslak mendilil uzattım ve evet yine önce hayır sonra evetle yanlış davrandım ama bu bir başka yazının konusu..
Islak mendili alır almaz başladı silmeye, yerler, sandalyeler, dolap, koltuk büyük bir hızla siliyordu; doğru ya annesi ev işi yapıyorsa o da hemen işe koyulmalıydı..

Bir an durdum ve izledim.. Üzerine hep konuştuğumuz şeylerin gerçekleştiği anlardan biriydi, cinsiyet rolleri, kız çocuklar evcilik, erkek çocuklar daha mühim oyunlar oynar..
Bebek giysilerindeki renk seçimlerinden, sunulan oyuncaklara kadar herşey cinsiyet temelli ve bu rolleri öğretmeye yönelik.. Ada' ya bebek hediye eden hatta alışveriş arabası getiren oldu fakat tamir aleti, doktorculuk setini daha göremedik. Ki sen annesi olarak ne yapıyorsun diye soran olabilir..
Doğmadan önce "ıııı pembe mi kılım o renge, her şey kız kız o ne öyle" düşüncelerime rağmen her yer pembe oluverdi bir anda, karşı durup tam zıt yönde davranmakta uygun gelmedi bana belki de bana dedikleri gibi - erkek gibi kız- olmasını da istemedim Ada' nın ve bilinçaltından yönlendirmelerle bir süre epey bir kız oldu:) Hoş bebekken pembe giydirmesek "erkek mi" diyen de çok oluyordu.
Bir süre sonra kendi bilinçaltımı boş verip hangi yanımlaysa artık pembe dışında giysiler ve hatta erkek reyonunda pantolon, tişörtler almaya başladım. Dolapta elbiselerin, pembe giysilerin yanında yer buldular kendilerine..
Oyuncak konusunda da Ada doğduktan sonra ve öncesinde hiç bebek almadım, hatta tanıdıklarımız kızıp bebek hediye ettiler ama bir çok pelüş hayvan aldım, yer gök kedi, köpek, tırtıl, domuz v.s. oldu  ve Ada zamanı geldiğinde konuşup ayaklanınca  "tedi", "hava", "cicii" deyip sokaklarda hayvan aramaya başladı. Ama baktım ki bebek bulamasa da tutmuş hayvanlara yemek yediriyor, bakım veren ebeveyn çıktı çocuğun içinden..
Derken baktım ki deli gibi top hastası olmuş bizim kız, "tamam dedim, olacak bu iş":) Ben "basketbolcu" olsun derken babası "kızlara voleybol yakışır" demez mi!!!! Bu kız VOLEYBOL oynayamaz oynatmam, ben oynamadım hem annesi hentbol kalecisi olan birine hiç yakışır mı?
Bir de başıma kız sporları çıktı şimdi.. Neyse daha var, bir süre önümdekilerle boğuşayım..

Bugün de gelip dolap yaparken bana yardım edince içime su serpildi:)

Ve tüm bu annelikleri rafa kaldırıp işime geri dönünce -bu yaş döneminde ben ne yapsam onu isteyecek- gerçeğini kabul edip arkama yaslandım..

Peki ya oğlum olsaydı o zaman içimden feminist annenin bir kızı olarak oğluma iş yaptırır mıydım yoksa elini sıcak sudan soğuk suya sokmaz mıydım!?!

Ben sanırım oğlum olsaydı ona da Barbie bebek alırdım:)



16 Mart 2013 Cumartesi

Pengu'nun Düşü

İşim gereği uzun zamandır çocuk kitaplarıyla ilgilensemde çocuk kitaplarına bu açıdan bakmamış ya da göz ardı etmiştim. Benim için önemli olan 5 N 1 K soruları ve hikaye anlatımıydı.
Ne zaman ki Ada doğdu "Bu kitaplarda ne yazıyor, içeriği nedir? " diye düşünmeye başladım. Bir de Günün Çorbasının NTVMSNBC de çocuk kitapları hakkında yazmasıyla ondan rol çalar gibi oldum ve "Pengu' nun Düşü" hakkında yazmak farz oldu.
Bugün bir nevi oğlum sayılan Yalım seans sırasında bunu okuyalım diyerek getirdi malum kitabı..

Hikayeye göre Pengu sıcak ülkelerin özlemiyle yanıp tutuşan bir penguen ve bir gün yola düşüyor -küçük kara balık- misali ve kendini ağaçlarla çevrili bir parkta buluyor, çok seviniyor çocukları görünce lakin sonra yorgunluktan -ve tabii ki SICAKtan- bayılıyor ve park bekçisi de onun hayvanat bahçesinden kaçtığını düşünüp onu ait olduğu yere götürüyor ve kahramanımız Pengu çok mutlu oluyor, annesini özleyecek ama olsun demir parmaklıklar arkasında hayat çok güzel.. Nerde bülbülü altın kafese koymuşlar nerde Pengu'nun düşü..
Hayır Pengu'nun evden ayrılışında bur problem yok ama hayvanat bahçesinin mutlu mesut yuva gibi sunulması hoş değil.. Sen hiç mi gitmedin diyeceksin Sasalı' ya gittim gitmem mi!!!!
Sen sistemi eleştireceğine kendine bak diyebilirsiniz ama aslında bu bir sistem eleştirisi değil bunu köyden kente göç eleştirisi olarak ta yapabilirdim ama abartmayayım dedim.
Neyse serinin diğer kitapları bu kadar feci durumda değilse de eleştirecek bir yan her daim vardır. - eleştirel ebeveynim tuttu mu kimse beni tutamaz:))-

2 Mart 2013 Cumartesi

Hastalıklarla düzene giren uyku

Her hastalıkta bir huy değişir derler; Ada'nın 10 günü geçen ishali ve ardından başlayan ateş, soğuk algınlığı ikilisiyle beraber epey bir huyu değişti. Mızmızlıkta, her olumsuzlukta ağlama da bir numara oldu ama tüm bunlarla beraber değişen iyi birşeylerde oldu, gündüz uykularında sallanmayı bıraktı ve süreleri uzadı. Gece uykularında ne yazık ki uyanmalara devam.. Fakat bu konuda ilerleme sağlamamız için bir yol keşfetmiş oldum. Aptamil tutkunu olan kızım ishalden dolayi süte ara verdi ama "tütü tütü" diyerek ağlamaya devam edince doktorumuz ishal olunca kullanılabilecek bir hazır mama önerdi, Aptamil olanını eczanede bulamadık yerine Bebelac aldık ve Ada bir heves atladı üstüne ama tadı herhalde çok ta hoşuna gitmemiş olacak ki her zaman içtiği kadar içmedi ve böylece yavaş yavaş gece içtiği sütü azaltmam daha kolay olacak. Her gece içtiği 180 ml 10 ar ml azaltılarak sonlandırılacak ve yerine gece yatmadan süt içme geçirilecek ve bu aşamada da süt önce verilip ardından anne sütü verilerek memeyide bırakması sağlanacak. Tüm bunlar benim planlarım tabiii, yeni bir hastalıkla yine dağılmazsak göreceğiz..
Bunlara ek olarak geceleri yanına yatarak uyutma olayında yine aynı şekilde ufak adımlarla uzaklaşmaya başlıyorum. Bugün yanına yatmayıp yatağının yanına bir sandalye koyarak başladım, mesafeyi giderek açarak odanın dışına çıkmayı planlıyorum.

22 Şubat 2013 Cuma

Aman hasta olma!

Ada doğduğundan hatta hamile olduğumu öğrendiğim ilk andan beri etrafımdakiler "Aman hasta olma", "Üşütme", "İyi beslen", "Üstüne bir şey giy", "Terliklerin nerde", "Hastaysan Ada'ya yaklaşma"......ve daha nicelerini söylediler.
Peki mümkün müydü? Evet, hamileyken aslında sadece kendimden sorumluydum. Yememe içmeme dikkat ediyordum, dengeli beslendiğim için hem aşırı kilo almamıştım hem de hiç hasta olmamıştım. Ama Ada doğduktan daha doğrusu ayaklandıktan sonra emzirme sıklıkları azalıp kendime de ekstra bakım yapmayınca hastalıklar başladı. Hem ben hem Ada hem de hastalık hastası eşim hastalıktan kurtulamaz olduk...Bununla bitti mi HAYIR. Çalışmaya başladıktan sonra Ada' ya annem bakmaya başladı ve tabii ki biraz kilolu olan kızım anneannesinin dizlerinin daha da kötüleşmeye başlamasına neden oldu. Son zamanlarda bizim buralarda herkes bir hastalıktan muzdarip..

18 Şubat 2013 Pazartesi

Uyku biraz uyku bütün isteğim buydu...

Her yer uyku sorununda problemin ebeveyn kaynaklı olduğunu söylüyor. Ve evet haklılar çok büyük bir kısmı ebeveyn kaynaklı olabiliyor fakat şu da var ki ne zaman bir şeyler denemeye kalksam Ada'nın ya dişi çıkıyor ya hasta oluyor ya da benim sabrım yetmiyor..
Sürekli birşeyler deniyor, onu bırakıp başka birşeye geçiyor değilim daha önce de dediğim gibi bu belki bir uyku sorunu değil..

Ceylan Ertem- Sezen Aksu Tribute

14 Şubat denildiği zaman tüylerim diken diken oluyor, her yerde kalp, her yerde sevgili, her yerde bir yapış yapışıklık..Neyse herkesin çok sevdiği bugünü daha fazla kötülemeden 2013 14 Şubat-ıyla ilgili yazı yazmama sebep olan konsere getireyim konuyu.
14 Şubatlarda mümkün olduğunca dışarı çıkmam fakat bu sene Ceylan Ertem'in Sezen Aksu şarkıları söyleyeceğini duyunca kendimi tutamadım..Zannetmeyin ki Ceylan 14 Şubat için özel olarak bu programı hazırlamamıştır, bence sadece tesadüftür o gün olması..
İlk olarak Anima grubundan tanıdığımız -ki benim tanışıklığım eskiye dayanır- Ceylan Ertem daha sonra yoluna ilk solo albümü -Soluk- yaparak devam etti. Ve bu albümün ardından "Ütopyalar Güzeldir" ile daha çok insana ulaşmaya başladı. Müzisyen kimliğinin yanı sıra Radyo Programcısı ve fotoğrafçı olan Ceylan Ertem Experimental Rock, Jazz, Trip-Hop, Folk müzik yapmaktadır. 
14 Şubat 2013 Perşembe günü saat 22:30'da İzmir Bios Bar'da sahne alarak bizlere çok güzel bir gece yaşattı..
İzmir' e bir daha ne zaman gelir bilmiyorum ama nerede yakalarsanız yakalayın bence kaçırmayın..Biraz utangaç, biraz seksi, biraz dişi, biraz mutlu, biraz eğlenceli, biraz hüzünlü, biraz farklı, biraz hayattan, biraz siyasetten, biraz bizden, biraz biraz biraz...hepsinden azar azar tam tadında...

23 Ocak 2013 Çarşamba

Herşey mi anne-babanın suçu?

Filmlerde terapiste giden kişi genelde bir divana uzanır ve başlar çocukluğunu anlatmaya ya da en iyi ihtimal oturup gündemindeki konulardan bahseder ve terapist sorar: "Peki annen/ baban?"...
Dönüp dolaşıp konu aynı yere gelir.

4 Ocak 2013 Cuma

Uyku sorunu

Aslına bakılırsa uyku sorunu mu bu durum ben mi büyütüyorum yoksa okuduklarımdan dolayı mı böyle düşünüyorum bilmiyorum... Sanırım uykusuzluk başıma vurdu, gecenin ikisinde yazmaya kalkışınca.
Şu müthiş bebek bakımı kitapları ve internetteki yazılarda denilir ki 6 aydan sonra bebekler gece acıkmaz ve acıktığı için uyanmaz ve hatta sabaha kadar uyuyabilirler! Peki gerçekte durum nedir, daha önce ki yazımda da bahsettiğim gibi "her çocuk farklıdır, her aile yapısı farklıdır".

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...