21 Nisan 2016 Perşembe

Gitsek

Gitsek kalmanın sıkıntısı biter mi? Bir gidiş düşünüyorum ama kalmayı içeren..Kalmaktan kendini alamadan gitmek ne mümkün.. Aslında gitsek yalın-ayak bir kere bile dönüp bakmadan arkamıza ancak o zaman tamamen gitmiş oluruz. Öbür türlüsü, terliklerinle gittiğinde, hep bir ait oluş duygusu.. Gitmek benim için bitmek gibi, bitirmeden gidemediğimden hep eksik kalan bir şeyler var kalışımda da ..


Gitsek, gitsek, gitsek. git-sek.. git-sek .. git-sek..

Eksik bir şey var mı- Ezginin Günlüğü şarkısından esinle 6 dakika yazısıdır.

14 Nisan 2016 Perşembe

Doğarım



Doğarım, doğururum.. Böyle gelmiş böyle gider bu dünya. Kimse bana sormadı, "Peki doğurmak ister misin?" diye, sanki doğurmaya programlanmış bir makine gibi, sanki böyle olması farzmış gibi doğurmam gerekir diye düşündüm. Aslında düşünmedim bile, bir bakmışım doğurmuşum. 

Resim: Francis Bacon

Evlendim, everildim ve bir baktım ki doğurmaya hazırım.. Tanımadığım bir adamla aynı yatağa girdim, dediler ki siz evlisiniz artık. 3-5 sefer görmüştüm, bıyıkları vardı, elleri terliyordu, gözüme bakmadan bacaklarıma bakmıştı. Sonra sonrası bir baktım ki aynı evdeyiz, bir baktım ki karnım şişiyor, bir baktım ki doğurmuşum.. O hala benim bacaklarıma bakıyor, haliyle doğduğum zaman, doğduğu zaman ilk karşılaştığı bacak arası ve her şey iki bacağın arasında..

13 Nisan 2016 Çarşamba

Şifa

Bazı kelimelere karşı nasıl ön-yargılıyım,yaş aldıkça fark ediyorum. Aklım hemen karışıveriyor, anlamından uzaklaşıp kelimenin bana ne çağrıştırdığına takılı kalıyorum. Eğer bazı kesimler bazı kelimeleri sahiplenmişse benim değer yargılarıma göre o kelimeye yaklaşımım değişiyor. Şifa benim için kullanımı zor bir kelimeydi, kelimenin anlamıyla barışmam ise yakın bir zamanda oldu. Değer yargıları nasıl ön yargıya dönüşüyor, bu bir çok kelime için böyle.. Ben kelimeleri sevmem bazen bende ki izdüşümlerine göre, bazen ise kullanmayı çok severim. Bu tutum da bir yargı değil mi? Yargı kötü anlamda kodlanmış bir kelime ki rahatsız ediyor beni ve yargılamaktan geri durmuyorum yine de...
 İşte her bir kelimenin bende yansıması farklı, şifa ise benden çok uzaktaydı.. Kulağından tutulup kaldırılmış bir kenara ve üstüne bir kapı kapatılmıştı şimdi ise yavaş yavaş yeni bir anlam kazanmaya başlıyor, bu yeni anlamlar içimde çarpıştığında ben hangisini dinleyeceğimi bilmiyorum. Bazen kendimi kendime ihanet edermiş gibi buluyorum, bazen barışıp rahatlıyorum. Ama hep bir köprüde karşı karşıya gelme hali, hep bir diken üstünde..

12 Nisan 2016 Salı

Öğlen Yemeği


Hep bir telaş, bir yetişme duygusu, hanidir şöyle ayaklarımı uzatıp bir öğlen vakti, güneş sırtımı ısıtırken ayaklarımın altında çimenler, kareli bir örtü serip çimenlere yemeğimi yemedim. Yanında pembe şarap, elimin altında kitap ama kitaba bile gitmiyor elim... Hep bir telaş bir yetişme, hep bir güvercin tedirginliği...

Arkamdan biri geliyor hissi, şimdi omuza dokunacak ve ben korkuyorum olacaklardan.. Oysa çimenlerde bir örtü, ayaklarım çıplak bir öğlen yemeğinin uydurulmuşluğu tadında saçmalıklara z-aman yok.. Bu telaşın içinde durup dinlenmeye z-aman yok.. Zaman hep önemli işler için, zaman hep bir şeyleri  tamamlamak, bir yerlere yetişmek için..

8 Nisan 2016 Cuma

Ruhum

Kitap kulübümüzde her gün 6 dakika yazı yazma alıştırmaları yapmaya başladık. Neden 6 dakika olduğu konusuna gelince http://yesimcimcoz.blogspot.com.tr/ blogunda anlatmış:)
Ben kendimi tanımak için yazıyorum 6 dakika yazılarını, bir nevi terapi.. 6 dakika kalemi kaldırmadan yaz, kurgulama, bırak aksın serbest çağrışımlar.. Sonra otur düşün üzerine:)

Ve bugünün kelimesi -ruhum-

"Ne zaman geldin ruhum, görmedim seni" diyor şarkıda "özledim" diye devam ediyor. Ne çok söylerdim ve dinlerdim ama sanki anlamını bilmeden ya da bilsem de fark etmeden.Gençliğin verdiği duygu iniş çıkışlarını depresyon zanneder, melankoliden kurtulamazdık. Hep bir yalnızlık, hep bir terk ediliş, hep bir acı.. Aslında nasıl da çok-muşum meğer, ruhum fark etmesem de nasıl da..

35 yaşından dönüp bakınca 20'li yaşlarıma ruhumu fark etmeden ama ruhuma iyi gelecek şekilde yaşamışım .

Şimdi ruhumu arıyorum, arayışların içinde kaybolmadan kendimi bulmaya çalışıyorum. Yavaş yavaş dokunuyorum gizli kalmış odalarına incitmeden, severek, kabul ederek..

İşte şimdi geliyor ruhum, benden korkmadan, saklanmadan..



Görsel: urbanmanitou-deviantart

31 Mart 2016 Perşembe

Yalan

Yazar mıydım bilmiyorum, yine aynı sözü görmeseydim bugün şu geçmiş zaman olur ki uygulamalarından birinde, yazmayalı ne kadar uzun zaman olmuşken...

Bahsi geçen söz Tezer'ciğim Özlü'nün "Hiç kimseyi yalan söylediğini anlayacak kadar tanımak istemiyorum." sözü..

İnsanlar hakkında bildiklerimiz insanların söyledikleri kadardır, önermesinden çıkarsak yola, burada konuşmayı sonlandırıp dükkanı kapatmak gerekirdi. Ama hep bir öncesi, bir anlatılmayan, bir merak edilen yok mudur? Ve şüphe etmek başlatmadı mı bütün sorgulamaları?

Belki bu düşünüş tarzından belki de hani o küçüklükten eksik kalan -güven- duygusundan hep bir yalan, bir aldatılma, bir kandırılma aramadım mı? Zihin hep bu yönde işleyince de yalanları görmek -ki insanlar gözümün içine baka baka yalan söylerken- bu kadar zor muydu? Ya da herkes yalanları görüyordu da görmemeyi mi tercih ediyordu akıl sağlığı için?


Bu bir 6 dakika denemesidir:)




LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...