Pazar günü geldiğinde kahvaltının
yanında olmazsa olmazdır gazete benim için.. Geçmişe dönüp bakınca hep belli
insanları takip ettiğimi, çoğunlukla aynı gazeteyi aldığımı, kahvaltı bitip de
çayın yanında gazete okuduğum zaman huzurlu ve tamamlanmış hissettiğimi fark
ettim. Peki bu fotoğraf ne zamana aitti? Çok çok eskilere, ben daha okumayı
bilmediğim gazetelere sadece bakabildiğim zamanlara aitti.
Annem 15 günde bir “Pazar” izinliydi,
15 günde bir “Pazar” evdeydi ve evdeyken pazar günleri kahvaltı özeldi. Kahvaltısını ederken masada bir sessizlik
olurdu –eşim bu durumla “İngiliz ailesi olduğunuzdan kahvaltıda gazete
okuyorsunuz, biz de kahvaltı bitecek kalmayacak diye telaş olurdu” diyerek dalga
geçiyor - , ben küçükken bunun gazete okunduğundan olduğunu sanırdım; büyüdükçe
öğrendim ki babam hep sessizdi bu ana özel bir sessizlik değildi onun ki,
annemse bilmiyorum.. Gazetelerden mi, evde olduğundan mı, babamdan mı… Ama Pazar
kahvaltıları sessizlikle beraber huzur getiriyordu bana demek ki.
Son yıllarda ise Pazar günleri
gazetede bir telaş alıp okuduğum, bu
huzuru bulduğum, bir adam vardı: Ercan
Kesal. Her yazısı bir seyre bedel, her yazısı bir ömürlük.. Kendisinin de
dediği gibi “Okur; hikayelerimi okumak yerine, seyretsin” anlatmak değil göstermek;
akıl vermek değil aklı kendinin bulmasını sağlamak..
Kitap kulübünde de gazete
yazılarından derlediği Peri Gazozu kitabını okuduk. Benim için çok tanıdık olsa
da her bir hikaye, yine yeniden okudum hepsini ayrı bir tad alarak. Genel olarak
beğenilse de kitap dokunduğu yerlerden dolayı sanırım, biraz acıttı, biraz
ağlattı, biraz geri plana itilerek uzak durması istendi..
Bu hafta sonu TÜYAP Kitap Fuarı'nda
davetliydi Ercan Kesal, Yeliz haber verince, bir de aklıma ilk sen geldin
deyince, ne yaptım ettim ayarladım Mai Ada hanımı ve ön sıralarda aldım yerimi.
Ercan Kesal fantastik yazılar
yazıp okuyucuyu başka diyarlara götürmediğinden ve birlikte seyreder gibi,
okuyucuya akıl vermeden yazdığından bahsetti. Tam da benim onun yazılarını
okurken kullandığım “sinematografik” kelimesini kullanarak, bilinç akışıyla
yazdığını söyledi. Aklına bir anı gelip, onu bir kenara yazıp sonra bunu
kullanırım demediğini aksine bir konu seçip o konu üzerine düşünürken aklına birçok
anının geldiğinden bahsetti. Günlerce “büyümek” üzerine düşünürken birden
aklına “büyümenin yalnız banyo yapmak” olduğunu ya da “23 yaşında otopsi yapmak”
olduğunu anladığını; anı bekçiliği yaptığını, oltayı atıp anı yakaladığını
ifade etti.
Aklımda kalan bir diğer konu ise
Turgut Uyar okumuş, Çehov okumuş doktora gitme şansınız varsa onu tercih edin,
çünkü Çehov okuyup değişmemek, başka bir insan olmamak mümkün değil demeseydi.
Onunla aynı görüşü paylaştığım
bir diğer konu ise okurken seçici olmanın gerekliliği, çünkü o kadar çok kitap
var ki ve benim o ömrüm o kadar az ki bunların hepsini okumaya yetmeyecek. O yüzden
seçici olmalıyım ve bir kitap okuyacağım sonunda hayatım değişmeyecek…Filmler
ya da kitaplar hayatı değiştirmez onu okuyan, seyreden insanlar hayatı
değiştirir diyen Ercan abi, güzel abim.. O kadar tanıdık, o kadar yakınsın ki
bana… Bir Pazar kahvaltısında yan sandalyede çayını içip gazeteni okuyorsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder